Onlara Kaliteli Zaman Ayırın
Bir yandan var gücüyle çalışarak çocuklarına en iyi imkânları sağlamaya çalışan anne babaların, bir yandan da yoğun iş yükü ve artan mesai saatleri sonucu yorgun düşmelerine rağmen neredeyse geriye kalan tüm vakitlerini de çocuklarına vakfetmeye çalıştıkları görülüyor.
İşte tam da bu noktada iş yaşamı ile aile yaşamını dengede tutma savaşını veren modern dünyanın anne ve babalarını son zamanlarda daha da öne çıkar bir derecede yeni bir ikilem bekliyor: acaba çocuklarıyla geçirdiklerin zamanın miktarı mı yoksa kalitesi mi onların gelişimi ve ilişkileri açısında daha önemli?
Yıllardır tartışılan bu soruya yaklaşım önceleri ebeveyn ve çocukların esas ihtiyaç duydukları şeyin birlikte daha fazla zaman geçirip ebeveynlerin çalışmaya daha az zaman ayırmaları yönündeyken son yıllarda birlikte geçirilen zamanın süresinden çok “nasıl” değerlendirildiği gerçeği büyük bir önem kazanmaya başladı.
Uzman Klinik Psikoloğu Merve Büyükkucak, son yıllarda yapılan yabancı kaynaklı araştırmalar özellikle babaların çocuklarıyla hem bakım verme hem de eğlenceli aktivitelerde bulunma anlamında geçirdikleri zamanı arttırdıklarını ve eskiye oranla anne babaların daha az sayıda çocuk sahibi olmaları sebebiyle çalışan ebeveynlerin önceki yıllara kıyasla çocukları ile daha fazla zaman yaratma çabası içerisinde olduklarını gösterdiğini söyledi.
Büyükkucak, “Buna karşın çalışma saatlerinde bir iyileşme ya da azalma olmadığından bu denklem ancak anne babaların kendilerine ayırdıkları zamanı oldukça kısıtlamaya başlamaları şeklinde açıklanabilir ki bu aslında işten geriye kalan zamanlarda birçok ebeveynin çocuklarıyla geçirdikleri süreye odaklanarak bu süreyi “nasıl” ve dolayısıyla ne kadar “kaliteli” geçirdikleri kısmını ister istemez geri planda tuttuklarını göstermektedir” dedi.
Merve Büyükkucak, daha sonra şunları kaydetti;“Kaliteli zaman ebeveyn ve çocuğun birliktelik ve keyif hissini içerisinde barındıran, karşılıklı etkileşim ve aktivitelerde buluştuğu zamanlardır. Bunlar ebeveynin dikkatinin tamamını çocuğuna verdiği, ilgisini ve sevgisini çocuğuna hissettirdiği duygusal yakınlaşma ve paylaşım anlarıdır. Bu anları küçük sohbetlerde, birlikte oynanan oyunlarda, ya da birlikte gidilen gezilerde yakalamak mümkündür. Duygu ve düşüncelerin paylaşıldığı, çocuğa duygusal ve sözel olarak tepki verildiği ve anne baba olarak kendinizi spontan şekilde ilişkiye bıraktığınız hemen hemen her yakın ilişkide deneyimleyebileceğiniz bir süreçtir bu aslında. Bu nedenle belirli bir reçete vermek çok mümkün değildir.
Ancak çocukların dünyasına dahil olmanın ve ilişkide olduğunuzu hissetmenin, tüm bu paylaşımları yakalayabilmenin yolunun en temel olarak oyundan geçtiğini söylemek mümkündür. Bilindiği gibi oyun özellikle okul öncesi çağda çocuğun kendini ifade etme, dünyayı anlama, çeşitli rolleri deneyimleme, kendisini sıkan meseleleri çözmeye çalışma ve aslında en temelde eğlenme yoludur. Oyunlara dahil olma anne baba için hem çocuğunu yakından tanıma fırsatı sağlarken hem de çocuğuyla etkileşime girerek çocuğunun zihinsel ve özellikle de duygusal gelişimine katkı sağlamış olur.
Bu etkileşimi en kuvvetli hale getirecek yöntem anne ve babanın oyunda yönlendirici olmaması, çocuğun serbestliğine ve özgürlüğüne eşlik edebilmesidir. Amaç hiçbir zaman o anlarda çocuğa bir şeyler öğretmek olmamalıdır; aksine anne baba olarak kendinizi oyunun ve size verilen rolün akışına bırakarak ya da sadece gözlemci veya eşlikçi olarak çocuğunuzla duygusal anlamda aynı frekansta buluşabilmektir.
Onun oyun sırasındaki duygularını takip edebilmek ve ona bu duyguları ifade ederek anlaşıldığını hissettirebilmek çocuğunuzla ilişkiniz açısından en değerli anlar olacaktır. Örneğin her çocuğun aile içi kuralları ve sınırları belirlediği kadar aynı zamanda bir savaş oyununda yerlerde sürünen ve düşüp kalkan, o esnada çocukla birlikte eğlenen, bağıran, gülen ve kendisi de çocuklaşabilen bir babaya da ihtiyacı vardır. Babasının da o esnada çocuklaşabildiğini görebildiği oranda çocuk da ona kendi dünyasının kapılarını aralayacak ve onu iç dünyasında davet edecektir.
Birçoğumuz için geriye dönüp baktığımızda anne ve babamızla ilgili anılarımızı, o dönemlere dair ne hatırladığımızı belirleyen en önemli şeyler ne yaşandığından, bize ne tür hediyeler alındığından, bize ne yedirip ne içirdiklerinden çok onlarla ne kadar doyurucu ve tatminkâr bir ilişkimiz olduğu, ne kadar sevildiğimiz, önemsendiğimiz, anlaşıldığımız, onlarla bir olduğumuzu hissettiğimiz, ihtiyaç duyduğumuzda yanımızda olacaklarına dair beslediğimiz güvenle şekillenir.
Ancak her anne babanın en büyük amacının çocuklarını mutlu etmesi olduğundan yola çıkarsak günümüz ebeveynlerinin yaşadıkları suçluluk duygusuyla çok sayıda hediyeler alarak ve çocuklarının keyif alacaklarını düşündükleri oyun merkezlerine onları sürüklercesine taşıyarak ve çocuğunun her isteğini yerine getirmeye çalışarak ayrı kaldıkları zamanı kapatmaya çalıştıklarını görmekteyiz.
Çocuklara yapılacak her türlü kişisel ve ilişkisel yatırım her koşulda onlara alınan değerli hediyeler ve oyuncaklardan kat kat daha kıymetlidir. Hatta bu hislerle birlikte aile içi kuralları ve disiplin çerçevesini de zayıflatmalarına sıklıkla rastlanmaktadır.
Ancak tüm bu çabalar duygusal bir doyum getirmemekle birlikte boş olan tüm vaktini çocuğuyla geçiren anne ve babada aşırı bir yorgunluğa ve bir zaman sonra da farkında olmadan bir bıkkınlığa yol açabilmektedir. Hâlbuki her çocuğun az da olsa birlikte olduğu süre içerisinde kendisiyle birlikte olmaktan keyif alan ve ilişki içerisinde bıkkın ve tükenmiş değil canlı ve istekli bir ebeveynle buluşmaya ihtiyacı vardır.
Özetle, kaliteli zaman hiçbir koşulda iş dışında sahip olduğunuz tüm vakti çocuğunuza adamanız anlamına gelmemelidir. Kaldı ki çalışmayan annelerin dahi her zaman için çocuklarından başka meşguliyetleri olmasının da çocuğuyla birlikte olduğu anların kalitesini arttırma ve çocuğun bireyselleşmesine katkı sağlama açısından büyük önem taşıdığı bilinmektedir.
Örneğin, çocuğunun sağlıklı gelişebilmesi adına çok istemesine rağmen çalışmaktan vazgeçerek kariyerine ara veren anneler için de aynı riskin söz konusu olduğunu, ilişki içerisine ister istemez bu hislerin yansıyarak birlikte olunan sürenin kalitesini azalttığını söyleyebiliriz. Öte yandan çalışmakla ilgili kendisini oldukça mutlu hisseden bir anne çocuğuna çalışmayan bir anneye göre görece daha az vakit ayırıyor olsa da kendisi keyifli ve tatmin olduğu için çocuğuyla ilişkisinde kendisini çok daha istekli bir şekilde var edebilir ve onunla çok daha yakın ve etkin bir iletişim içerisine girebilir.
“Aile ile” bir şeyler yapmak ile “aile olarak” bir şeyler yapmak arasında çocuğun bütünlük ve tatmin hissi ile ebeveynleri ile arasında bağ kurduğuna dair hisleri açısından önemli farklar vardır.
Örneğin yan yana oturup pasif bir şekilde televizyon izlemek ile sizin de aktif katılım göstereceğiniz şekilde on dakika bir hikâyeyi birlikte okuyup üzerine konuşmak arasında oldukça büyük bir fark vardır. Birlikte olduğunuz anın kaliteli olarak geçebilmesi adına özel ve olağandışı şeyler yapmanıza gerek yoktur. Birlikte yenen akşam yemekleri ya da yemek sonrası birlikte oynanan oyunlar gibi günlük rutinler dahi zengin paylaşım anlarına dönüşebilir.
Ancak burada anne ve babaların da robot olmadıklarının, onların da yorulmaya ve dinlenmeye, mola almaya hakları olduğunu vurgulamak gerekir. Yorgun bir şekilde eve gelerek görev gibi oynanan bir oyundan ziyade anne ve babanın “bu akşam ben de seninle oyun oynamak çok istiyordum ancak çok yorgunum ve biraz dinlenmeye ihtiyacım var, evet bu akşam oynayamadığımız için üzgünüm ama ister misin yarın akşam birlikte (çocuğun da keyif aldığı bilinen herhangi bir şey) yapalım?” şeklinde bir paylaşımda ve öneride bulunması daha sonraki daha kaliteli ve doyurucu bir birlikteliğe yön verebilir.
Veya benzer bir durumda söz konusu ebeveyn aynı açıklama ile birlikte fiziksel anlamda daha az yorucu bir aktivite yapmayı önerebilir. Birlikte olunan her anın oyun vakti olarak değerlendirilmesi yerine belirli zamanları oyun vakti olarak ortaklaşa belirlemek anne babalara da iyi gelecek bir yöntem olabilir.
Ne yazık ki modern yaşamın gerektirdiği çalışma koşulları beraberinde getirdiği suçluluk duygusuyla ebeveynleri anne babalığı da bir iş, bir görev gibi görme tehlikesine iterek, çocuğuyla ilişki kurmanın ve duygusal birlikteliğin keyfini, güzelliğini ve önemini görmelerine engel oluyor. İş yaşamı ve aile yaşamı arasında denge kurmaya çalışan ebeveynler mükemmel anne babalık olmadığı gerçeğine ve çocuklarıyla ilişkilerinde kendilerini spontan bir şekilde onun duygusal ihtiyaçlarına bırakabildikleri ölçüde ilişkilerinin çok daha doyurucu ve tatminkar olacağını söyleyebiliriz.”
Sosyal Medya