GDO

03 Mayıs 2016 Devamı

Tehlikeli Oyunlar Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, İnsanların Genetiğine Ne Yapıyor?

At gözlükleri takmış bilim insanları onlara gümüş bir tepsi içinde sunulan istatistikleri ve yayınları, kutsal bilgi olarak kabul etmeye yatkındır. Bilim adına dogmaya kayıverirler hemen. İnanır ve sorgulamadan gerçek diye bellerler. Ancak bilim, sadece sorgulayan ve büyük tröstleri değil de insan sağlığını esas alan bilim adamlarının fikirleri üstünde yükselmiştir ve yükselmeye devam edecektir.

GDO’lu gıdaların ne kadar güvenli olduğuna dair elimizde hiçbir kanıt yoktur. Bazı ‘bilim insanlarının’ bunların tehlikeli olduğunu işaret eden binlerce araştırmayı ‘şarlatanlık’ olarak nitelendirmesine ne demeli? Bir de üzerine, “GDO tehlikelidir” diyen bilim insanlarını, halkı yiyeceklerden korkutmamak adına sessizliğe davet ederler. Bu anlayışın arkasında ‘ekonomi zarar göreceğine insan zarar görsün’ mantığı vardır. Unutmayın, gerçek öyle bir şeydir ki ancak ve ancak statükoyu korumayı bıraktığınızda yüzünü gösterir. Ve ancak bilgiyle daha doğru beslenebilir, çocuklarınıza daha sağlıklı yiyecekler yedirerek onlara sağlıklı bir gelecek verebilirsiniz. Lütfen herkes size at gözlükleri takmaya çalıştığında bile, kendinizi bilgiden, bilmenin gücünden esirgemeyin.

gdo2Konumuzdan fazla uzaklaşmadan GDO’lu gıdalara geri dönelim. Herhangi bir organizmayı daha verimli ve daha dayanıklı yapmak için biyoteknoloji yöntemlerini kullanarak gen transferi yapma işlemiyle üretilen ürüne, Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) adı verilir. Amaç onu daha güçlü, daha verimli kılmaktır. Keşke tablo böylesi tozpembe kalsa ama maalesef tüm işaretler böylesi bir müdahalenin istenmeyen sonuçları olduğunu işaret ediyor.

İnsanoğlunu Kobay Yaptılar

Farklı organizmalardan gen transferi yapılarak elde edilen gıdalar hayatımızda 1996 yılından beri varlar. Görünen o ki, hepimiz fikrimiz bile alınmadan kocaman bir deneyin parçası olduk. Ve bu deneyin tehlikeli bir deney olabileceğine dair ilk yüksek sesli uyarılardan biri 2009 yılında American Academy of Environmental Medicine’dan (AAEM) geldi. AAEM, ekolojik ve çevresel faktörlerin insan sağlığı üstündeki klinik etkileri ile ilgilenen uzmanlar tarafından oluşturulmuş bir kuruluş. 1965’ten bugüne ekolojik hastalıkların tanınması ve teşhis yöntemleri geliştirilmesi üzerine önemli çalışmalara imza atmış olan AAEM’nin açıklaması şöyle: Hayvanlar üstünde yapılan birçok çalışma genetik olarak değiştirilmiş gıdaların kısırlıktan, bağışıklık problemlerine, hızlı yaşlanmaya, insülin seviyesindeki düzensizliklere ve başlıca organlar ile sindirim sistemini etkileyen sorunlara kadar birçok ciddi sağlık riski taşıdığını gösteriyor.”

Fareler, İnsanlar ve GDO’lu Gıdalar

Bu açıklamaya yol açan binlerce araştırma ve yayınlanmış makale var. Bu araştırmaların birkaçına ve elde edilen bulgulara bir göz atalım mı? 2002 yılında yayınlanan bir makalede şöyle yazıyor: “GDO’lu patateslerle beslenen farelerdekaraciğer yetmezliği görüldü. Farelerde sindirim enzimleri azaldı ve farklı yiyeceklere alerjik reaksiyonlar vermeye başladılar. ”

GDO ve Kısırlık

havucİtalya’da 2006’da yapılan bir başka araştırma. GDO’lu soyayla beslenen erkek farelerin testislerinde farklılaşma, sperm sayılarında azalma ve spermlerde dejenerasyona rastlandığını gösteriyor. Rus bilim insanlarının yaptığı ve 2006 yılında yayınlanan bir araştırma ise, GDO’lu soya fasulyesi ile beslenen anne farelerin bebeklerinin yarısının ilk üç hafta içinde öldüğünü rapor ediyor. Ürkütücü değil mi?

Devam edelim. İşte, bir başka araştırmanın sonuçları: “Dişi fareler ne kadar uzun süre GDO’lu soya ile beslenirse doğurganlıkları da aynı oranda azalırken, bebekleri de daha düşük kilolu doğdu. Üç jenerasyon sonra ise tamamen kısır bir nesil ortaya çıktı.”

Bu ve bunun gibi binlerce araştırmadan söz etmek mümkün.

Genler Birbirine Karışırsa

Bu arada genetik biliminin 1996’dan beri çok hızlı ilerlediğini ve o gün bilmediğimiz birçok bilgiyle donandığımızı da hatırlatmak istiyorum. Öğrendiğimiz her şey genetiği değiştirilmiş tohumları yaratan büyük şirketlerin iddialarını çürütür nitelikte. Bu şirketlerin, bu şirketler için çalışan bilim insanlarının en önemli söylemlerinden biri dışarıdan alınan genlerin sindirim sistemine karışmadığıydı. Ancak yeni bulgular bunun tam aksini söylüyor.

2012’de Norveç’te yapılan bir araştırmada fareler üç ay boyunca GDO’lu mısırla beslendi. Bu fareler, kontrol grubundaki farelerle karşılaştırıldığında şu sonuçlar ortaya çıktı:

GDO mısırla beslenen fareler daha kiloluydular ve bağırsak yapılarındaki farklılaşma yüzünden proteinleri sindirmekte zorlanıyorlardı. Kan değerleri bağışıklık sistemi fonksiyonlarında da belirgin bir azalma olduğunu gösteriyordu. Bu araştırma aynı zamanda GDO’lu gıdalardaki-iddia edildiği gibi- genlerin sindirim sistemi tarafından vücuttan atılmadığını ve bağırsak duvarından kana ve kan dolaşımıyla tüm vücuda yayılabildiğini gösteriyordu. Bilim insanları, üç ayın sonunda kanda, kas dokusunda ve karaciğerde genetik olarak modifiye edilmiş DNA parçaları bulduklarını da bildirdiler.

Bitki DNA’sı Taşıyan İnsanlar

gdHaziran 2013’te Public Library of Science (PLOS) yayınlanan bir araştırma(6)besinlerle alınan DNA parçacıklarında, bilinmeyen bir mekanizmayla dolaşım sistemimize karışabilen bütün genler olduğunu gösteren yeterli kanıt bulunduğuna dikkat çekiyor. Yapılan bu araştırmada 1000 kişiden alınan örnekler incelendi. Ve makaleden çarpıcı bir alıntı: “Kan dolaşımımızın dış dünyadan ve sindirim sisteminden yalıtılmış olduğu düşünülürdü. Standart öğretiye göre yediğimiz besinlerle vücudumuza giren makro-moleküller dolaşım sistemine giremez, sindirim sırasında absorbe edilirlerdi. Ancak bu çalışma için 1000 kişiden alınan örnekler incelendiğinde yiyecekler yoluyla vücuda giren DNA parçacıklarının bütün genler taşıdığını ve bu genlerin bilinmeyen bir mekanizma ile parçalanmadan, hiç bozulmadan kan dolaşımına geçebildiğinigözlemledik. Hatta bir kan örneğinde insan DNA’sından çok bitki DNA’sı bulunuyordu.”

Peki bu DNA parçacıklarının ya da bazı durumlarda oynanmış genin bütününün vücutta dolaşmasının ne zararı var? Yeni Zelanda’da Canterbury Üniversitesi’nde yapılan başka bir araştırmaöncelikle bir kez daha ‘değiştirilmiş genler sindirim sisteminde yok olur’ teorisini çürütüyor. Çalışma, GDO’lu buğdayda bulunan dsRNA’ların daha da güçlenip çoğalarak insan vücudunda dolaşmaya devam etiğini gösteriyordu ve bunların hayvanlarda bazı genlerin yapılarını değiştirdiği biliniyordu. Tüm bunlardan yola çıkarak araştırmacılar şöyle bir kanıya vardılar: “GDO’lu buğdayda yaratılan bu moleküller buğday genlerini bastırmak için tasarlandılar ve hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da gen yapılarının değişmesine neden olabilir, bazı genleri bastırabilirler.”

Süper Ama Toksik

Genetik mühendisliği ile bir mısır türünü aldınız ve onu süper mısıra çevirdiniz. Mısır, artık hiç olmadığı kadar verimli, iri taneli ve hastalıklara dirençli bir mısır. Bunu yapmak için ona farklı bitki, virüs, bakteri ya da hayvan geni verdiniz. Peki söz konusu genetik modifikasyonun tek sonucunun mısırı süper mısır yapan özellikler olduğunu mu düşünüyorsunuz? En azından bilim insanlarının iddiaları böyleydi. Ama artık bunun doğru olmadığı çok iyi biliniyor.

The Human Genome Research Project (İnsan Genomu Araştırma Projesi) genlerin henüz tam olarak anlaşılmamış kompleks bir network ile çalıştığını keşfetti. Bu keşfe imza atan ekibin başındaki Dr. Thierry Vrain, “Bir genom son derece kompleks bir ekosistemdir ve çevresinden büyük oranda etkilenir. Genomun her geni çevresel işaretlere göre protein üretir,” diyor ve ekliyor: “Yani artık her bilim adamı, genlerin birden fazla protein sentezleyebileceğini ve bir bitkiye yeni bir genin eklenmesinin öngörülemeyen yeni proteinler yaratabileceğini biliyor. Ve bu proteinlerin bazıları son derece toksik ve alerjik etkilere sahip.”

Daha basit anlatmak gerekirse: Genetik mühendisliği, genler ve DNA’nın işleyiş mekanizması üstüne çok önemli şeyler keşfediyor. Ve tüm bu yeni keşifler dev tarım şirketlerinin genetik olarak modifiye edilmiş gıdaların ‘güvenilir ve öngörülebilir’ olduğu iddiasının tamamen yalan olduğunu kanıtlıyor. Yani DNA’nın bir bölümünü değiştirmenin yalnızca tek, direkt bir sonucu yok. Ve bu değişim hiçbir şekilde öngörülemeyen zincirleme etkilere neden olabiliyor. Aslında 1999’da International Journal of Biological Sciences dergisinde yayınlanan bir çalışmada(9)bu tehlikeyi işaret eden bulgulara dikkat çekilmişti.

Bir organizmaya başka bir organizmanın genini eklemek:

1.Sadece araştırmacıların yaratmayı amaçladığı bir özelliği yaratmakla kalmıyor, onun dışında binlerce etkileşime neden oluyor.

2.Bu müdahale hedef alınmayan bazı genleri de aktive ediyor, ki bunlar toksik olabiliyor.

3. Ayrıca genetik olarak oynanan bitkinin besin değeri de azalıyor. Çünkü bitkinin enerjisi, bu müdahale yüzünden aktive olan gereksiz proteinleri üretmeye harcanıyor.”

gGDO ve Tarım İlaçları: Glifosat

GDO’nun amaçlarından bir tanesi de, GDO yapılan bitkinin tarım ilaçlarına daha dayanıklı hale getirilmesidir. Böylece, istenmeyen zararlılara karşı daha yüksek miktarda ilaç kullanmak mümkün olacak ve zararlılar ölürken, GDO’lu bitki büyümeye devam edecektir. Tabii bu arada bitkinin gövdesinde bol bol tarım ilacı birikecek ve bu tarım ilaçları GDO’lu besinleri yiyen hayvanların ve insanların da vücuduna geçecek. Doğal bitkide bu kadar fazla tarım ilacı kullanmanıza imkan yok, çünkü eğer çok miktarda ilaç verirseniz, sadece zararlılar değil, bitkinin kendisi de ölüyor.

Üstelik GDO’lu tohum üreten firmaların bir de iddiası var: GDO sayesinde daha az tarım ilacı kullanılıyormuş. Koca bir yalan! Kullanılan tarım ilaçlarının satış rakamları ortada, azaldığı falan yok, tam tersine artmış. Bunun en canlı örneği, Glifosat etken maddesini içeren “Roundup” isimli ilaç. Tüm dünyadaki GDO’lu mısır tarımının %80’inde kullanılıyor ve Roundup’ın içindeki Glifosat Amerika’daki tarım alanlarını, besi hayvanlarını ve su kaynaklarını zehirliyor.

Yani ne yaptınız? Doğanın dengesini bozdunuz. Marifetmiş gibi bitkiyi tarım ilaçlarına dayanıklı hale getirdiniz ve bünyesinde normalde olamayacak kadar fazla tarım ilacı birikmesine sebep oldunuz. Sonra GDO’lu bitkiyi yiyen hayvanlara ve insanlara da bu ilacın aktarılmasına sebep oldunuz. İyi ama, bu hayvanlar ve insanlar, sizin GDO’lu bitki gibi tarım ilaçlarına dayanıklı değiller ki… Düpedüz zehir yedirdiniz insanlara!

Anneden Doğmamış Bebeğine

2011 yılında Kanada’da hamile kadınlar üzerinde yapılmış bir araştırmanın(10)amacı annenin ve fetüsün GDO’larla ilişkilendirilen söz konusu toksinlere maruz kalıp kalmadıklarıydı. Hamile kadınlardan ve fetüslerden alınan kan örneklerinde GDO’lu gıdalarla ilişkilendirilen pestisitlere rastlandı. Araştırma annenin yediği besinlerle aldığı 3-MPPA ve CryAb1 gibi toksik maddeleri bebeğine aktardığını gösteriyordu. Fetüsün ne kadar hassas olduğu düşünülürse bu maddelerin doğmamış bebekler üstündeki etkisi üstünde daha çok araştırılması ve öğrenilmesi gereken çok şey olduğunu gösteriyor.

Bir bitkinin genetik yapısını değiştirirken ortaya çıkan öngörülemeyen mekanizmaların tehlikeli sonuçlarına bir örnek daha: Journal of Hematology & Thromboembolic Diseases’da 2013’te yayınlanan bir araştırma(11) genetik olarak oynanmış mahsullerdeki bio-pestisitlerin (Bt ya da Cry-toxins olarak da biliniyorlar) anemiden bazı kan kanserlerine kadar kan anormalliklerine yol açtığını gösteriyor.

İnsan Havuçla Çiftleşirse

Son sözler, genetik olarak modifiye edilmiş organizmalar üstüne araştırmalar yapan ve insanları bu konuda bilinçlendirmek için kâr amaçsız bir vakıf kuran genetik uzmanı David Suzuki’den: “Bizim bu konuda herhangi bir bilgimiz olmadan yiyeceklerimizin içindeler. Yediğimiz besinlerin genetik olarak değiştirilmiş edilmiş organizmalar bulunduğunu bilmeden on yıllardır yiyoruz. Aslında her birimiz isteğimiz dışında katıldığımız dev bir deneyin parçasıyız. FDA ,GDO’ların normal gıdalardan hiçbir farkı olmadığını ve bu şekilde ele alınmalarını açıklamıştı. Ama problem şu ki gen bilimiyle uğraşan bir bilim insanı gen mirasını takip eder, bioteknoloji ise bir organizmayı alıp tamamen farklı bir başka organizmanın içine yerleştirmesidir. Normalde bir insan bir havuçla çiftleşerek gen alışverişi yapmaz. İşte biyoteknoloji normalde gen alışverişi yapması mümkün olmayan türler arasında gen transferi yapar. Bu yüzden hiç kimse tutup da GDO’lar hiçbir zararı yoktur sonucuna ulaşamaz.”

Son söz:

GDO, ticarettir. GDO, paradır. GDO insan sağlığı için yapılmaz, daha fazla para kazanmak için yapılır.

Dünyada yaklaşık olarak 800 milyon insan açlık sınırında yaşıyor. Buna mukabil, 1,2 milyar insan ise obezite sınırları içinde yaşıyor. Her yıl üretilen gıdanın yaklaşık %50’si, yani yarısı, insanlar tüketemeden bozularak çöpe atılıyor. Sadece ABD’nin her yıl çöpe attığı gıdayı israf etmeden aç insanlara dağıtsanız, açlıktan ölümlerin önüne geçebilirsiniz. Dikkat edin, Amerikalılar daha az yesin demiyorum, istedikleri kadar yesinler ama israftan vazgeçsinler, diyorum. Yani nüfusun çok arttığı ve dünyanın 7 milyar insanı doyuramadığı, açlıktan ölümlerin engellenmesi için GDO’lu gıdalara ihtiyaç duyulduğu savunması, koca bir yalandır!

Dünyada açlık varsa, vahşi kapitalizm sayesinde var. Bu açlığı GDO’lu gıdalarla falan engelleyemezsiniz. Sadece israfı engelleseniz, bugünkü gıda üretimi ile mevcut nüfusun iki katını doyurabilirsiniz. GDO’nun satışına başlanan 1996’dan bu yana dünyadaki aç insan oranında azalma falan yok. Hem zaten nasıl olsun ki? GDO’lu gıdaları aç insanlara bedava mı dağıtıyorlar?

GDO’lu gıdalar, insanoğlunun hayatına gireli sadece 19 sene oldu. 19 sene insan hayatında bir kuşak bile etmez. GDO’nun birkaç kuşak sonra insan yaşamına nasıl zararlar vereceğini bilemezsiniz. İhtiyatlılık prensibi gereği, GDO üreticileri GDO’nun insan sağlığına zarar vermediğini ispatlamak zorundadır, biz zarar verdiğini ispatlamak zorunda değiliz.

GDO, geleceğimiz için en büyük tehdittir.
İnsanoğlunun kıyameti, ürettiği gıdalarla gelecek. Nükleer savaşlarla değil.

Fitoterapi Uzmanı

Dr.Ümit Aktaş

Kategori: Fitoterapi Uzmanı Dr. Ümit Aktaş, Yazarlar