Beyin Gelişiminde Genlerin ve Çevrenin Etkisi
Günümüzde, insan beyninin doğumda gelişmesini tamamlamamış olduğu bilinmektedir. Gerçekten de yenidoğanın beyni yetişkin beyninin yaklaşık %25’i kadardır. Yaşamın ilk üç yılında milyonlarca hücre (nöronlar ve diğer beyin hücreleri) üreyerek ve bu hücreler arasında trilyonlarca bağlantı kurularak beyin gelişiminin çok önemli bir kısmı tamamlanır.
Tüm bu hücreler ve hücreler arasındaki bağlantılar, dünyanın duyular yoluyla algılanması ve bebeğin görmesi, duyması, hareket etmesi, tat alması ve dokunması ve aynı zamanda da belli şekillerde düşünmesi, hissetmesi ve davranmasını kontrol eden karmaşık bir kontrol merkezini teşkil ederler. Başka bir deyişle, bebek ve küçük çocukların beyni, eskiden düşünüldüğünden çok daha hareketli ve karmaşıktır.
Nöroloji bilimcileri beynin fiziksel yapısı ve işleyişi hakkında daha fazla bilgi edinmeye çalışırken, dikkatlerini kucakta tutma, dokunma, besleme, rahatlatma gibi ilk çevresel deneyimlerin ve daha sonraki yıllarda yaşanan deneyimlerin bebeğin beyin gelişimini nasıl etkilediğine yöneltmişlerdir.
Beynin tüm gelişim aşamalarında genler ve çevre karşılıklı bir etkileşim içerisindedir, ancak çok farklı roller oynarlar. Genel olarak genler temel bağlantı planından, yani tüm hücreler (nöronlar) ve beynin farklı bölümleri arasındaki bağlantılardan sorumludur. Deneyimler (çevre) ise bu bağlantılardaki ince ayarların yapılarak, her bir çocuğun ait olduğu belli ortamlara (coğrafik, kültürel, aile, okul, arkadaş grubu gibi) uyum sağlamasına yardımcı olur.
Bu konuda genellikle telefon hatları ile bir benzerlik kurulur: Genler telefon sayısı ve her bir istasyonu diğerine bağlayacak ana hatlara; deneyimler ise bu şebeke üzerindeki daha ince bağlantılara, yani ana aktarma istasyonundan her bir ev ya da işyerine yapılan bağlantılara benzetilir.
Örneğin bütün insanlar dil öğrenme potansiyeline sahip olarak doğar. İnsan beyni insan konuşmasını tanımak, her bir konuşma sesleri arasındaki temel farkları ayırmak, kelimeleri ve anlamları eşleştirmek ve kelimelerden cümleler oluşturmak için gerekli gramer kurallarını anlamak üzere programlanmıştır. Ancak herbir çocuğun öğreneceği dili, kelime hazinesinin zenginliğini ve aksanını içinde büyüdüğü sosyal ortam, yani başka kişileri dinleyerek ve onlarla konuşarak geçirdiği binlerce saat belirler. Genetik potansiyel gereklidir, ancak tek başına DNA bir çocuğun konuşmayı öğrenmesi için yeterli değildir.
Deneyimler beynin yapısının değişmesini sağlayabilir mi?
Evet. Beyin gelişimi aktiviteye bağlıdır. Yani her bir devredeki (duyusal, motor, duygusal, zihinsel) elektriksel aktivite, bu devrelerin birbiri ile nasıl bağlanacağını belirler. Bilgisayar devreleri gibi sinir devreleri de bilgiyi elektrik akımı yoluyla iletir.
Ancak bilgisayar devrelerinden farklı olarak, insan beyni sabit bir yapı değildir. Her deneyim (gökkuşağını ilk kez görmek, bisiklet sürmek, kitap okumak, fıkra anlatmak, vb., vb.) belli sinir devrelerini uyarır ve diğerlerini hareketsiz bırakır.
Zaman içinde tutarlı bir şekilde uyarılan devreler güçlenir, nadiren uyarılan devreler ise kaybolabilir. Bazı bilim adamları bu durumu “birlikte uyarılan devreler birlikte bağlanır” cümlesi ile ifade etmektedir.
Buna karşın kullanılmayan sinir devrelerinin ayıklanması (“budanma” olarak da adlandırılır) çok kötü bir durum gibi gözükse de, aslında genel olarak iyi birşeydir. Çocuğun sinirsel işlem sürecini kolaylaştırarak, geriye kalan devrelerin daha hızlı ve daha etkin bir şekilde çalışmasını sağlar. Esasında, beyin hücreleri arasındaki bağlantılarda bu şekilde bir budama gerçekleşmese, çocuklar yürüyemez, konuşamaz ve hatta iyi bir şekilde göremezlerdi.
Sosyal Medya