Ayrılma Kaygısı
Ayrılma kaygısı (seperasyon anksiyetesi) çocuğun anne ya da anne modeli bir kişiden ayrıldığında yaşadığı yoğun kaygı hali olarak tanımlanabilir. Anneden ayrıldığında bu çocuklar aşırı sıkıntı içine girer, huzursuz olur ve üzülürler. Bu durumla baş edemeyecekleri için de anneden ayrı kalmak istemezler. Ayrıldıklarında ise yoğun tepki verirler.
Ayrılma kaygısı olan çocukların önemli bir kısmında anneye aşırı bağlılık ve annesiz bir şey yapamama hali gelişir. Özellikle çocuğun kendisi de kaygılı bir duygusal yapıya sahip ise, anne yaptıkları ile var olan kaygısal durumu çok fazla artırmış olur. Ayrılama kaygısının oluşumunda temel iki neden olarak karşımıza “annenin kaygısı” ve “çocuğun kaygısı” çıkmaktadır.
Anne ile çocuk arasında, anne karnından başlayan yoğun ve sıkı bir ilişki vardır. Çocuk anne karnında iken adeta anne ile bir bütün gibidir. Dünyaya geldikten sonra da bu sıkı bağ devam eder. Bu beklenen ve doğal bir süreçtir. Anne çocuk arasında sağlıklı bağlanma istenen de bir şeydir aslında. Çocuk, bebeklik döneminde fiziksel ve duygusal tüm ihtiyaçlarını anneden karşılar. Beslenmesi, temizliği, korunması için anneye muhtaçtır. Sevilme, ten teması, sıcaklık gibi duygusal doyumunu da anne karşılar. Çocuk, anne sayesinde kendini dış dünyadaki tüm tehlikelere karşı güvende hisseder. Anne var ise sorun yoktur onun için. Aynı duyguların benzeri anne için de geçerlidir. Anne de çocuğun korunmaya olan ihtiyacının farkındadır ve buna azami dikkat eder. Bir ağlama sesi onu rahatsız eder. Bu nedenle aslında anne çocuk arasında yaşamın ilk yıllarında var olan bu yoğun bağ, iki taraflıdır. Anne dışında başka bakım veren bir kişi var ise çocuk, anneye karşı olan bağın benzerini bu kişi ile de kurar. Anne olmadığında, anne modelini anne yerine koyarak kaygısını azaltır. Anne modeli ile kurulan bu bağ da sağlıklı kabul edilir.
Çocuk 3 yaş civarına geldiğinde yavaş yavaş kendi ihtiyaçlarını karşılamayı öğrenir. Anneden bağımsız hareket edebilme, kara verebilme kabiliyeti gelişir. Kendini farklı bir birey olarak algılama gücü artar. Bu süreçte çocuk artık anneye olan mutlak bağlılığını azaltmış olur. Bu sağlıklı bir durumdur. Çocuğun anne ile var olan fiziksel ve duygusal bağı, onsuz yapamama halinden uzaklaşır. Böylece çocuk annenin olmadığı ortamlarda da kalmaya alışmaya başlar. Anne olmadığında aşırı huzursuz olmaz, sürekli anneyi aramaz.
Bazı anneler çocuklarına karşı var olan ilgi ve koruma duygusunu abartılı yaşarlar. Hala çocuğu kendi parçası olarak görür ve bir türlü çocuğun ayrı bir birey olduğunu kabul edemezler. Fiziksel ve duygusal ihtiyaçların karşılanmasında çocuk büyüse de farklılık göstermezler. Çocuğa hala küçük bir bebek muamelesi yaparlar. Örneğin 6-7 yaşına geldiği halde çocuğa kendileri yemek yedirirler. Yatarken yanından ayıramaz, birlikte yatarlar. Kendisi olmadan bir yere gönderemezler. Sürekli ”kötü bir şey olacak” korkusu ile tetiktedirler. Aşırı koruyucu ve kollayıcı bu tavırları uzun dönem devam edebilir. Bu aşırı koruma hali “çocuğunu çok sevme” ile izah edilmeye çalışılır. Oysa bu durum tamamen annenin duygusal yapısı ile ilgilidir. Anne, ancak kaygılı bir yapıya sahip ise koruma ve kollama tavrını abartır. Çocuğa nefes aldırmaz adeta. Sürekli gözü üzerindedir. Tüm tehlikeleri en ince detayına kadar önceden fark edip çocuğu uyarır. Her hareketini gözler, yorum yapar. Çocuğun deneyerek öğrenmesine izin vermez.
Bu şekilde büyütülen çocukların önemli bir kısmında anneye aşırı bağlılık ve annesiz bir şey yapamama hali gelişir. Özellikle çocuğun kendisi de kaygılı bir duygusal yapıya sahip ise, anne yaptıkları ile var olan kaygısal durumu çok fazla artırmış olur. Ayrılama kaygısının oluşumunda temel iki neden olarak karşımıza “annenin kaygısı” ve “çocuğun kaygısı” çıkmaktadır. Bu iki kaygı hali birleşince ortaya “ayrılma kaygısı” çıkmaktadır. Ayrılma kaygısı, yaş büyüdükçe çocukta sosyal alanlarda büyük zorluklar oluşturacak çok ciddi bir psikiyatrik tablodur.
Ayrılma kaygısında çocuk anneden ayrı kaldığında kendisini adeta “çölün ortasında yalnız kalan biri” olarak görür. Bu nedenle büyük sıkıntı yaşar. Zihninde sürekli bir şekilde “anneyi kaybetme” korkusu vardır.
Bu korku nedeniyle anneyi gözünün önünden ayırmak istemez. Anneden ayrılacağında mutlaka başına kötü bir şey gelecek korkusu yaşar. Kaçırılmaktan, annesini bir daha görmemekten ve başkalarının ona zarar vereceğinden korkar. Bu nedenle çocuk sosyal hayata katılmakta zorlanır. Özellikle yuva ve okul yaşı geldiğinde bu kaygısı nedeniyle yuvaya ve okula gitmek istemez. Orada annesiz kalamaz. Annenin olmadığı her mekanda kalma, onun için zordur. Bazen ev içinde dahi anneyi bırakmaz. Adeta eteğinin dibinde, yapışık yaşar. Anne hangi odaya gitse onun peşinden gider, yalnız yatamaz. Anneden ayrı yattığında ise kötü rüyalar ile uyanır. Anneden ayrı kalması gerektiği durumlarda kaygının tetiklediği yoğun fiziksel belirtiler gözlenir. Baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı, kusma bunlardan sık karşılaşılanlar arasındadır.
Anne ve çocuk arasındaki bu aşırı bağlılık iki taraflı ise yani hem anne çocuğuna hem de çocuk annesine aşırı bağlı ise genellikle okul öncesi dönemde sorun su yüzüne çıkmaz. Çünkü iki taraf da halinden memnundur. Çocuğun anneye aşırı bağlığı var, yani çocuk çok kaygılı ancak annesinde kaygı bozukluğu yok ise anne bu durumdan okul öncesinde de çok rahatsız olur ve yardım ister. Diğer durumlarda ise yuva ya da okula başlama ile sorun fark edilir. Çünkü çocuk yuva yaşı geldiği halde yuvaya gitmek istemez. Gitse dahi orada yalnız kalamaz, anneyi eve göndermez, yanında ister. Aslında her çocuk, evden ilk ayrı kaldığında tedirgin olur. Bu, normal kabul edeceğimiz duygusal bir tepkidir. Ancak kısa süre içinde güven duygusu gelişir, bulunduğu ortama uyum sağlar ve annesiz orada kalabilir. Ayrılma kaygısı olan çocuklar ise anneyi bırakamazlar. Ya yuvaya hiç gitmez, evden dışarı çıkarılamaz, ağlayarak, kriz geçirerek gitmemek için direnirler. Ya da yuvaya gitseler dahi anneyi orada yanlarında isterler. Anne yuvadan gittiğinde ise yoğun tepki verirler. Sürekli ağlarlar, huzursuz ve mutsuzdurlar. Günler geçmesine rağmen bu huzursuzlukları azalmaz. Bu duruma bulantı, karın ağrısı ve kusma gibi fiziksel belirtiler de eklenir. Fiziksel belirtilerin eklenmesi, durumun ne kadar ciddi olduğunun göstergesidir.
Birçok anne ve yuva eğitimcisi maalesef bu klinik tablonun ciddiyetlinin farkında değildir. Durumu basit bir şımarıklık ya da naz olarak kabul edip “empatiden yoksun” bir tavır sergilerler. Genellikle yuvadan aileye “çocuğu yuvaya bırakın gidin, bir süre ağlar, sonra alışır” mesajı verilir. Daha ilk günden yuvaya bu şekilde bırakılan bir çocuğun “ayrılma kaygısı” kat kat artar. Ayrılma kaygısı olmayan çocuklarda dahi kısa süreli uyum sorunu yaşanabilir. Çocuk yeni girdiği bu ortamdan çekinir ve anneden ayrılmak istemez. Bu çocuklarda da anneden ayrılama kademeli olarak sağlanmalıdır. Güven duygusu oluşuncaya kadar sabretmek gerekir. Diğer taraftan ayrılma kaygısı olan çocuklarda durum hayli ciddidir. Çocuk kesinlikle yuvaya basamak basamak alıştırılmalıdır. Önce anne ile yuvada kalmasına izin verilmelidir. Hatta annenin sınıf içine girmesi bile sağlanmalıdır. Eğitimcilerin çocuğa güven duygusu vermek için yoğun çaba sarf etmeleri gerekir. Çocuk önce yuvada güvende olduğunu hissetmelidir. Bu gelişmeden anneden ayrılamaz. Başlangıçta daha kısa sürelerde yuvada kalması ve giderek bu sürenin uzatılması önerilir.
Çocuklarında anneye karşı aşırı bağlılık olduğunu düşünen ailelere, erken dönemde (3 yaş civarı) yuva deneyimi yaşamaları önerilir. Anne çalışmasa dahi çocuk kısa süreli oyun gruplarına götürülmelidir. Böylece erken dönemde, anneden ayrı kalma egzersizleri yapılmış olur. Böylece yavaş yavaş çocuk anneden ayrı kalma yetisini kazanmaya başlar. İlkokul döneminde yaşanabilecek daha ciddi sorunların önüne de geçilmiş olur. Çünkü ayrılma kaygısı ilkokul döneminde karşılaştığımız, çocuğun okula gitmemesi ya da gitmekte aşırı zorlanması ile karakterize “okul fobisi”nin en sık karşılaşılan nedenidir. Okul fobisi, tedavisi hayli zaman ve efor isteyen klinik bir tablodur.
Ayrılma kaygısı oluşumunda özellikle annenin yanlış tutumunun önemli rolü olduğunu biliyoruz. Ancak şurası unutulmamalıdır ki “ayrılma kaygısı” sıklıkla kaygısal yapıya sahip, yani biyolojik ruhsal yapısı kaygılı çocuklarda oluşur. Dolayısıyla bu durum aslında çocuğun yapısal ruhsal özellikleri ile ilgili, genetik faktörlerin de rol aldığı psikiyatrik bir bozukluktur. Ailenin yanlış tutumu, var olan klinik durumun ortaya çıkışını tetiklemekte ya da sürecin daha sıkıntılı geçmesine neden olmaktadır.
Ayrılma kaygısının tedavisinde ilk yapılması gereken aile rehberliğidir. Anne babanın tutum ve davranışlarının düzenlenmesidir. Yuvaya başlama döneminde yapılması gerekenlerin aileye ve eğitimcilere anlatılmasıdır. Çocuğun yaşadığı sıkıntının yoğunluğuna ve yaşam kalitesine etkisine göre tedaviye “kaygı giderici” ilaçlar da eklenebilir. Birçok aile bu durumda çocuğuna ilaç kullanmak istemez, ilaç tedavisine direnç gösterir. Bunun en önemli nedeni, ailenin çocuğun yaşadığı sıkıntının ciddiyetini anlamaması ve çocuğun ne kadar acı çektiğini fark etmemesidir. Ayrılma kaygısında çocuğun çektiği acı “diş ağrısından” daha az bir acı değildir. Bu durumda çocuğun sıkıntısını azaltacak ilaç uygulamamak, en hafifiyle çocuğa haksızlık etmek demektir.
Kategori: Prof.Dr.Mücahit Öztürk, Yazarlar
Sosyal Medya