Evlilik ve Değişim
Çözülmemiş iç çatışmalarımız, esiri olduğumuz korkularımız, koşullanmalarla oluşan ego savunma mekanizmalarımızla yapacağımız eş seçimleri daha doğrusu AŞIK olduğumuz kişi, değil hayalimizi gerçekleştirmek, kabuk bağlayan yaramızı kanatmaktan öteye gidemez.
Genç kız evlilik hayallerini beyaz atlı prensinin ‘onu mutlu etmesi’ üzerine bina eder, karşı tarafında benzer hayalleri olduğunu bilmeden. Her iki tarafta aşkın çekim gücüyle renklenen hayallerinin gerçeğe dönüşmesini bekler evlendiğinde.
Bu durumda kabuğun altı iyileştirilmezse, kabuğu kaldıran sürekli suçlanır. Hatta istenir ki kabuğun altını da o tamir etsin. Oysaki içteki yarayı dıştan tamir etmek mümkün değildir. Yarasının sarılmadığını gören yurdumun kadını ilave yaralar açarak, yarasını büyüterek amacına hayallerine ulaşmaya çalışırken boş bir hayal peşinde koşarak kendine zarar verdiğinin farkında değildir.
Cinsel dürtülerle ateşlenen Aşk kişinin kendi benlik sınırlarında açtığı kapıdan, “sevdiğiyle” kaynaşmasına izin verir. Temelde insanın ihtiyacı olan sınırlarını aşma, gücünü, özgürlüğünü, varlığını hissetmek ihtiyacı… Aşık olunduğunda geçici olarak hissedilir.
- – Aşkın gözü kördür.
- – 2 aşık dağları deler samanlık seyran olur.
- – Kimse onların aşkının önünde duramaz.
Aşkı deneyimleyenler bilir. Aşık olduğunuzda enerjiniz artar, daha az uyur, daha çok güler, daha az sinirlenirsiniz. Endişeleriniz korkularınız birden yok olur.
Aşık olunanla benliğin birleşmesi, birbirlerine akarak bir olmanın etkisini iki bir yan yana gelerek onbire çıkarır.
Benliğin genişleme arzusuyla bilinçaltı ‘aşkını’ bulur.
Tekamül üzere yaratılmış insanın yükselme arzusu, bilinçaltı koşullanmalardan, çatışmalardan, tuzaklardan kurtulmayı gerektirir. Bilinçli akılla senkronize olmayan, latif duygulara, sevgiye ulaşmayı engelleyen, sıkışmış enerjiler aşk sahnesinde çözüm aradığında, aşkın gözü kör olur.
Örneğin, herkesin yardımına koşan, her işi becermekle kendini iyi hisseden bir kadının ‘aşık olduğu kocası’ genellikle beceriksiz, tembel, evde erkeğin yapması gereken işleri karısına bırakan erkek olur çoğu zaman.
Aşk bitip de (ki aşk bitmeye mahkumdur) iki tarafta benlik sınırlarına döndüğünde kadın ego savunma mekanizmaları, şartlanmışlıkları altında ezilir.
Bundan sonra tercih edilecek iki yol vardır.
1 – Kadın kocasının tembelliğinden, beceriksizliğinden, yorgunluklarından,
aşık olduğu adamın 180 derece değiştiğinden (aslında adam hep aynı adamdır) yakınıp durur.
2 – Kadın yaşadığı sıkıntılara kendi dünyasından bakmayı tercih eder. Altında ezildiği yüklerin kendisini ve eşini tekamülden alıkoyan yükler olduğunu fark eder. Aşkla başlayan birlikteliği sevgi boyutuna taşımak için emek ve çaba harcamayı göze alır.
Varoluşun temel dinamiği olan muhabbeti hayatına çekerek kendisi ve eşine gerçek genişleme, yükselme, tekamül etme fırsatını verir. Benliğin muhabbetle eriyip her iki tarafın tüm kanıtla bir olmayı deneyimlemesi aşkın çok ötesinde muhteşem bir duygudur
Bu tercihle ‘herkesin işini görerek’ tatmin olan egonun kapanından kurtulup sevgiyle kendisinin ve eşinin tekamülüne harcar enerjisini iradesini. Ve eşler arasındaki gerçek sevginin kanıtı, birbirlerinin tekamülüne katkı sağlamaktır.
İşte o zaman aşkla gelen iki birin 11 e çıkan enerjisi, 111’e, 1111’e … gibi sınırsız bir şekilde yükselebilir. Aşık olmanın tekamül yolculuğuna hiçbir katkısı yoktur. Aşk emek ve çaba gerektirmez. En disiplinsiz en tembel insanlarda sık sık aşık olabilir. Ancak sevgi tercih edilip uğruna emek harcanırsa dünya ve ahret yolculuğunda ışık kaynağı olacaktır.
Doğru olan fakat az seçilen yol, evlilikle daha da açılan yaraların içten iyileşmesi için yapılması gerekenleri yapmaktır. Bayan İ. Z. Üçüncü gebeliğinin 13. haftasında bana geldiğinde aşırı derecede bulantı kusmaları onu ‘mahvetmişti’.
Daha önceki gebeliklerinde böyle bir şey olmamış. Gebelik muayenesi ve laboratuar tetkiklerinde sorun yok. Ekonomik olarak orta halli bir ailenin sekiz çocuğundan altıncısı. Ortaokuldan itibaren ‘zengin’ prensinin hayallerini kurmuş. Arkadaşlarının arasında giydiği kıyafetlerle kendini hep ezik hissederken bir gün gelip en pahalı giysilerle beni göreceksiniz ‘hırs’ını hissetmiş. Kendini kabul ettirme, güvende hissetme alanı zenginlik, marka giyinmek olunca ‘fakir’ taliplerine hiç yüz vermemiş. Hedefine uygun talip onun hayallerinin prensi oluvermiş, ‘aşık’ olmuş.
Evliliğin ilk beş yılı bir eli yağda bir eli balda iken yardımcılarla hamilelik ve doğumları tam da hayal ettiği gibiymiş. Herkes ona “gıptayla” bakıyormuş. Son dönemde eşinin işlerinin bozulması ve sürpriz hamilelik.. Bu yükü kaldıramayan bilinçaltı (güvensiz alan) bedene gönderdiği S.O.S sinyallerine mideden cevap gelmiş. Bulantı ve kusmalar..
Bu arada beyaz atlı prensi de ‘değişmiş’. Artık sanki onu sevmiyor, ona değer vermiyormuş! Şu ara işten başka bir şeydüşünmez olmuş. Onunla hiçbir şeyi paylaşmıyor, ona hatır sormuyor, onu gezdirmiyor, onun ihtiyaçlarını karşılamıyor vs. vs. vs.
İ. Z. İle yaptığımız çalışmada artan bulantılarının kaynağının, hayalleriyle çatışan yaşam gerçeklerinin yol açtığını hissettiğinde hemen savunma sistemi devreye girdi. Geçmişten getirdiği hırslarının esareti ile elindeki güzellikleri, zenginlikleri, fark etmeyip yaşamı kendine ve ailesine zorlaştırdığını izah ettiğimde ağzından memesi alınan çocuklar gibiydi. Hırslarıyla oluşturduğu dünyasından çıkmak gibi bir tercihi yoktu.
Eşi şöyle şöyle olsa onda zaten sorun yoktu. Tüm meseleler eşinin davranışlarıydı. Eşini parmağında oynatmak için bilinçaltının bulduğu yöntemlere gelince “Tabii sağlıklı olmak istiyordu ama iki çocuk, hamilelik ve yardımcısı yokken bu mümkün değildi.”
Hayat bir tercih ve tercihler farkındalıkla yapılmayınca, hayatımız alışkanlıklar ve koşullanmalarla oluşturan kafesin içinde geçiyor. Kendi yaptığımız kafesi fark etmek ve kafesten özgürleşmek ise çok az seçilen bir yol. Özgürleşmenin bedelini vermeye hazır olmayan zihinler, bedenlerimizi zindanlarda çürütüyor.
Hz. Mevlana nefsin istekleriyle aklın rehberliğini eşekle binicisine benzetiyor ve diyor ki “Akıl-bilinç galip olursa nefsin (bilinçaltı-ego) zayıflar, zira ağır binici taşıyan eşek halsiz düşer. Ama senin aklının zayıflığından bu kahir eşek ejderha oldu.”
Farkındalık yolculuğu bizi yutan ejderhamızdan haberdar olma yolculuğudur aslında. Bu farkındalığa ulaşmadan ejderhamızın doymak bilmeyen midesinde geçen hayatımızın tek suçlusu ise biziz.
Hz. Mevlana bilinçle-bilinçaltı (nefs) yaşam boyunca süren çatışmalarını Mecnun’la devesinin haline benzetiyor bir başka hikaye de: “Mecnun devesine binmiş Leyla’ya gitmek üzere yola çıkmıştı. Onun gözü Leyla tarafındaydı ama devesinin gözü arkada bıraktığı yavrusundaydı. Mecnun bir an uykuya dalsa deve yuların gevşemesinden anlar, hemen gerisin geri dönüp yavrusu tarafına kaçardı.
Bir müddet böylece yol aldıktan sonra hala aynı yerde dolanıp durduklarını gören Mecnun bir ah etti ve dedi ki: Ey deve! İkimiz de aşığız ama aşık olduğumuz şeyler farklı. Vuslata giden yol iki günlüktür ama senin yüzünden altmış yıllık ömrüm boyunca tuzağa yakalanmış yollarda kaldım.”
Evlilik yakalandığımız tuzaklardan kurtulma vesilede olabilir, ilişkilerimizi Bediüzzaman’ ın Kur’an ın ışığı ile söylediği şekilde yapılandırmayı tercih edersek. ‘’ Evet insan bir refikaya ve bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn, aralarında, hayatlarına lazım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler. Ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla,yekdireğinin zahmetlerini tahfif etsinler.Ve gamlı,kederli zamanlarını,ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti,ancak refikasıyla olur.’’
Benim gözlemim evlilikte huzuru sağlayacak değişime kadınlar daha açık olmakla beraber birçok kadın da ilk adımı erkekten bekler.
Birçok psikolojik altyapısı olan bu durumu ben iki kelimeyle özetliyorum.
Birincisi değişimin getireceği güzelliklerin idrakinde-farkındalığında, olmamak ikincisi tembellik.
Aslında belki de bir kelimeyle özetlemek mümkün o da ‘tembellik’. Tembellik çünkü farkındalık içinde disiplinli bir çalışma gerekiyor. Keyifsiz, mutsuz giden bir evlilikte her iki taraf acı çekerken, kadın zanneder ki erkek değişse her şey çok güzel olacak. Erkek sanar ki kadın değişirse mutlu bir evliliği olacak. Amaç gerçekten ilişkiyi keyifli ve kaliteli bir hale getirmekse formül çok basit.
A+B=C denkleminde C’ yi yani sonucu değiştirmek istediğimizde değişkenlerden birini (A veya B’ yi ) değiştirmek yeterlidir. İtirazı olan varsa ortaokul denklemler bölümünü çalışsın.
C’ yi gerçekten değiştirmek istiyorsak kendimiz dışında hiç kimseyi değiştiremeyeceğimizin net bilgisiyle kendimize dönmeliyiz.
A biz olalım B eşimiz. C de ilişki kalitesi.
Biz kendimizi değiştirdiğimizde C mecburen değişir. B de eşek değilse değişir. Ama enerjimizi B nin eşeklik derecesini öğrenmeye harcamadan sadece kendimiz kendimizi değiştirmeliyiz. Çünkü değiştirmek istediğimiz C=ilişki bizim içinde bulunduğumuz, hayatımızı etkileyen durum.
Biz kendimizi değiştirip (olması gerektiği gibi, egolardan özgürleşerek, kulluk bilincine, kadınlığın letafetine ulaşarak) ortaya çıkan C ye bakıp vereceğimiz karar duygulardan arınmış, mantıklı karar olacaktır.
Çoğu kadının aklı karışıyor şişirilmiş egolardan dolayı. Bu formülü görünce hemen itiraz ediyorlar. ‘Eee hep ben onun için bir şeyler mi yapacağım.’ İyi de sen C=ilişkin için yapıyorsun. Yani kendin için. Bu süreçte nefsin üst basamaklarına doğru yolculuk da devam ediyorsa kadın öğrenmesi gerekenleri öğrenir. Eşi ile olan imtihanı kadını olgunlaştırıp özgürleştirirken Aslolana, Yaradana, Özüne yaklaşmasına basamak olur.
Böyle bir durum da acaba kim avantajlı, bir şeyleri anlayıp değişmesi beklenen mi, anlayıp değişen mi?
Kategori: Op. Dr. Ayşe Duman, Yazarlar
Sosyal Medya